Karmakarışık -10 (Sona az kalır.)

Gönderen Adsız

Not:Çok uzun. Sırf bu bölümde 1390 kelime var :)

Cadence(Eski)
“Hey, Stompin Bob! Naber?”
DJ’liğim eşliğinde, bir kızın igloosunda güzel bir parti sürüyordu. Gözüm Franky’i aradı, ama gelmemişti. Aradığımda telefonu da kapalıydı. Toplantının en berbat DJ olan şişman Harry’nin kusmasıyla yarım bırakıldığını söylemek için biraz geç miydi? Ama birden karşıma Stompin Bob çıkmıştı. “Franky’i gördün mü?”
Başını salladı. “Ah hayır. Hiç birinin nerede olduğuyla ilgili bir fikrim yok.” Üzgün bir şekilde başımı eğdim. “Telefonu da kapalı... Toplantının ertelendiğini söyleyecektim. Belki buluşabilirdik yani…”

Stompin Bob başını salladı. “Evet, anlıyorum.”
“Ee, sen neden buradasın?”
Gülümsedi. “CP’nin en iyi DJ’ini dinlemeye geldim. Ee, en iyi parçan bu mu yani?”
“Bunlar alıştırma, dostum. Asıl bomba şimdi geliyor…”
Ve yaptığım en iyi parçayı çaldım. Tüm penguenler coşmuş gibiydi. “Müthişsin Cadence! DJ’lerin kraliçesi!”
Stompin Bob da başını sallayarak onayladı. “Müthişti.”
Parti bittikten sonra dışarı çıktım. Stompin Bob da benimle geldi. “Arada bir konuşalım, olur mu?”
Hafifçe gülümsedim. “Tabii, neden olmasın? Bu aralar bir dosta çok ihtiyacım oluyor.”
“Peki Cadence. Görüşürüz!”
“Görüşürüz.” İglooma doğru hızlı adımlarla yürüdüm. Birkaç kere Franky’i aramayı denedim, ama telefonu sürekli kapalıydı. Acayip.
Ertesi gün Dance Club’a gittiğimde menajerim beni kutladı. Ayrıca bazı penguenlerin özel ders almak istediğini de söyledi. Bazı değildi aslında, baya çoklardı. Dersler 2 günde 1 olacaklardı, ama böyle bile aşırı yoğun bir programım oluyordu. Franky ile aramızın bozulacağından korkuyordum. Telefonumda sürekli cevapsız arama görüyordum, beni aradığında konuşamıyordum. Kendime ayıracak vaktim bile olmuyordu.
Nihayet bir gün tatil fırsatı buldum. Tam igloomdaki çiçekleri sulayacaktım ki menajerim beni aradı ve cumartesi günü bir konser planımın olup olmadığını sordu. Kontrol etmek için ajandama baktım. Ve birden bir şey gördüm. 2 ay sonra Franky’nin doğum günüydü. Güzel bir doğum günü ile ihmalimi telafi edebilirdim.
Öğlene doğru Stompin Bob’u bu konu için aradım. Çalışmadan sonra iglooma geleceğini söyledi.
“Aslında… Biz Penguin Band olarak ona yeni bir gitar yaptırmayı düşünüyoruz.” Dedi Stompin Bob. Ve aniden telefonum çaldı. Arayan Franky’di. Çaktırmamalıydım. “Merhaba Franky. Şu an biraz meşgulüm, Dance Club’a ineceğim. Sonra konuşuruz.”
Ve telefonumu kapattım.
Stompin Bob ile partinin tüm detaylarını konuştuk. Her şeyi düşünmek istiyordum: Kocaman çikolatalı bir pasta. Franky’nin en sevdiğinden olacaktı. Tüm arkadaşlarını bu partiye çağırmalıydım. Ama benim kişisel hediyem ne olacaktı?
Yine de bir süre sonra “Her şey için teşekkürler, Stompin Bob!” Dedim. Hafifçe gülümsedi. “Eh, böyle günler için de yardım etmek lazım yani!”
“Ona unutamayacağı bir doğum günü yaşatmak istiyorum! Ve biliyorsun, böyle şahane şeyler biraz zaman alıyor. En iyisi erken olmasıdır değil mi?”
Stompin Bob gülümsedi. “Her hangi bir sorun olursa elbette bana söyle.” Ve elini elimin üzerine koydu.  Gülümseyerek teşekkür ettim ve kahve içme bahanesiyle elimi çektim. Ciddi bir sesle “Bu akşam boş musun?” diye sordu.
“Aslında… Franky ile buluşacaktım…”
“Franky bugün çok meşgul. Hem ona ne zaman hediye bulacağız? Ders verme programın çok yoğun. Bu akşam iglooma gel. Oradan dükkanları gezeriz.”
“Tamam.” Dedim hafif bir sesle.
Akşama doğru Stompin Bob’un igloosuna gittim. Franky’nin igloosunun ışığı kapalıydı. İçeri girip bir koltuğa oturdum. Stompin Bob da karşıma oturdu.
“Gitmiyor muyuz?” diye sordum.  
Stompin Bob tereddütlü bir ses tonuyla “Ondan önce sana bir şey söylemek istiyorum…” dedi.
“Dinliyorum.”
“Şey… Ben senden “hoşlanıyorum.”
“EFENDİM?”
Stompin Bob pişman olmuştu. “İnanmayacaksın, biliyorum ama seni seviyorum işte!”
İyice sinirlenmiştim. “Sen nasıl bunu yaparsın? Franky’nin en iyi arkadaşlarından birisin sen ve…”
Stompin Bob telaşla “Hayır!” dedi. “Hayır, yemin ederim Cadence, o limon (Candan’a selamlar) senin sevgilin olmasaydı da ben yine seni severdim.”
“Bu hiçbir şeyi değiştirmez. Ben onu gerçekten çok seviyorum.” Dedim ve kapıya yöneldim. Ancak Stompin Bob’un kapının önüne geçmesi ve kilitlemesi bir oldu.
“Beni bırak! Lütfen gideyim!” Artık yalvarıyordum.
Stompin Bob konuşmaya başladı. “Bak Cadence. Sana zarar vermek istemiyorum. Ama diyeceğim şu ki… Seni o kadar çok seviyorum ki Franky ile paylaşamam.” Bunu söyledikten sonra masadan bir şeyi aldı. Bir fotoğraftı bu. Franky’nin fotoğrafı.
“En başlarda biraz zorlanacaksın. Ama beni tanıdıkça Franky’den daha iyi olduğumu göreceksin. Ve seni çok sevdiğimi de…”
“Anahtarı ver!” diye bağırdım. “Beni zorlayamazsın! Seninle çıkmak istemiyorum çünkü seni sevmiyorum!”
Stompin Bob güldü. “Evet tatlım, haklısın. Ama bilmeni isterim ki…” Cebinden bir çakmak çıkardı ve fotoğrafı tutuşturdu. Fotoğraf alev aldı. “Küçük sevgilinin sonu işte bunun kadar basit.”
Tehlikeliydi. Franky’i öldürmekle tehdit ediyordu ve bu hiç de zor değildi.
“Kararını yarın bekliyorum.” Dedi gülerek. Hayatımda gördüğüm en iğrenç penguen o olmalıydı. Kararımın ne olduğunu bilmiyor muydu?
Kapıyı açtı. “Gidebilirsin.”
Sersemlemiş bir halde dışarı çıktım. Son kez Franky’nin igloosuna baktım ve iglooma doğru usulca yürüdüm.
Elveda Franky.
Franky(şimdi)
“Tokatın izi çok mu belli oluyor?” Öylece baktı bana. Bir süre sonra da konuşmaya başladı. “Beni böyle bırakıp gidemezsin! Bu bencillik!”
“Neden, Cadence? Bana söyleyebilirdin.”
“Söyleyemedim. O hayvan bana vurduğu gibi seni de öldürebilirdi.”
Başımı utançla eğdim. Benim yüzümdendi. Hepsi benim sayemde olmuştu.
“Yemin ederim seni aldatmadım Franky. Ve hiç… aldatmayacağım.”
Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Onu böyle görmek… İçimi parçalıyordu.
Bana sarıldı. Ben de ona sarıldım. Ve Cadence hıçkırarak ağlamaya başladı.
“Seni sevdiğimi asla unutma.”
Mutluluktu bu… Gerçek anlamda. Sonsuza kadar böyle durabilirdik belki de.
Bu iki güçlü bedenin ardında zayıf iki ruh vardı. Ve birbirimize ihtiyacımız vardı. Sonsuza kadar.
Alacakaranlığın sessizliğinin içinden, belli belirsiz bir ses duydum. Çekilen bir tetik gibi.
Cadence(Eski/Konser)
Franky oradaydı. Ve bana bakıyordu. Ama elinde elektrogitar vardı. “Bu şarkıyı Cadence’e besteledim.”
Stompin Bob da kızgın bir şekilde bana bakmaya başladı. Ama umurumda değildi. Bu acılarımı biraz da hafifletmişti.
Aunt Arctic ise şaşkınlık içinde bana bakıyordu. Tabii ya. Hiçbirinin haberi yoktu… Franky’nin beni sevdiğinden.
Şarkı esnasında etrafımdaki herkesin gözleri bendeydi. Tepkimi merak ediyorlardı. Ama tepkinin ne önemi vardı? Ruhum rahatlıyordu.
Franky şarkısı bitince ağlayarak sahneden indi. Ve bir karmaşa oldu.
Gazetecilerin çoğu aşağı inmeye çalıştılar. Bodyguardlar onları engellemek için ellerinden geleni yaptılarsa da pek başarılı olamadılar.
Şu an benim için Franky’nin orada olup olmadığının bir önemi yoktu. Bana göre o oradaydı. Bana gülümsüyordu.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, Stompin Bob’un kolumdan çekerek beni kaldırmasıyla kendime geldim. “Ne oluyor?”
Stompin Bob kızgın bir şekilde bana baktı. “Ona sen cesaret verdin! Ama olsun, bence çok iyi oldu. Tüm hayranlarını kaybettin!” Bir kahkaha attı.
Stompin Bob’un kolundan kurtulmaya çalıştım. “Sen ne yaptığını sanıyorsun? Senin beni yönetme hakkın yok!”
Sinirle hırlamaya başladı ve birden bana tokat attı.
Bunun şaşkınlığıyla ve acısıyla sendeledim. Stompin Bob’un pişman olduğunu görebiliyordum.  Konuşmaya çalıştı. “Ben çok… Özür dilerim… Ben… Bir anlık oldu… İstemeden…”
Sersemliğinden faydalanarak iglooma koşmaya başladım. Arkamdan seslendiğini duyabiliyordum. Nihayet iglooma vardığımda kapıyı kilitledim. Güvendeydim… Bir süreliğine.
Ertesi sabah güneş doğar doğmaz erkenden tüm pencerelerden etrafı kontrol ettim. Ortalık temizdi. Stompin Bob yoktu.
Kılık değiştirip dışarı çıktım. Franky’nin igloosunun arka tarafına geçip beklemeye başladım.
Birkaç saat sonra Franky igloosundan kılık değiştirmiş bir halde çıktı. Sessizce takip ettim. Tüm Club Penguin’i dolaştıktan sonra yasak dağa tırmanmaya başladı. Sessiz olmak için elimden geleni yapıyordum.
Bir süre sonra harika bir manzarası olan bir yerde oturdu. Ben de taşların arasına saklandım. Ağladığını duyabiliyordum. Birden ayağa kalkıp kenardan büyük bir taş aldı. İntihar edecekti!
 Ve ben dayanamayıp yerimden fırladım.
Cadence(şimdi)
Tetik sesi. Ve onu takip eden bir kurşunun sesi.
Sessizliği yarıp geçti. Ve birinin bedenini de…
Ama hangimize isabet etti? Korkudan uyuşmuş haldeyken kalbimdeki acıyı belli belirsiz hissedebiliyordum. Bana mı isabet etti? Franky.
 Franky’nin gücü azalmaya başlamıştı. Ve yere düşmeye de…
FRANKY... FRANKY? FRANKY!
Keşka ağlayabilseydim. Ama yapamıyordum. Çok çaresizdim ve acı çekiyordum.
Ve bunları yaşatanı yakalamak ve onu anında parçalamak için hareketlendim. Ama o çoktan aşağı inmişti bile.
Franky(şimdi)
Kurşun gövdemi yarıp geçti. Acıyla yere düştüm.
Cadence’e baktım. Büyük ihtimalle Stompin Bob olan silahlıyı öldürmeye gidiyordu.
“Cadence… Gitme, ne olur.”
Dönüp baktı. Gözlerindeki acıyı görebiliyordum. Yanıma oturdu.
Ölecektim. İntihar olmasa da, ölüyordum işte. Ve bunun böyle bir his olduğunu hiç düşünmemiştim.
Cadence hafifçe yanağımı okşadı ve elimi tuttu. Ölürken acımı azaltmak için.
Yapacak bir şey yoktu. Tüm sorunlar çözüldükten sonra ölüme mahkum olmak ölümden daha acı vericiydi.
Cadence birden ağlamaya başladı. Onu sakinleştirmek istiyordum. Sürekli kalbimde olacaktı. Bunu bilmesini istiyordum.
“Ama ben kararımı verdim
Sonsuzluğa uçacağım sevgilim.”
Ve işte sonsuzluk… Kesin olarak karşımda duruyordu.
“Unutma Cadence. Hep kalbimde olacaksın… Toprağın altındaki kalbimde değil. Ruhumda.”
Ve derin bir nefes aldım. Gücüm git gide azalıyordu.
“Hasta la Vista sevgilim.”
Ve gözlerim kapanmaya başladı. Cadence’in belli belirsiz sesini duyabiliyordum. “Franky! Gitme! Franky, lütfen!” Ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Keşke benim de ağlayacak gücüm olsa.
Ve ben bir uçurumdan düşmüştüm. Denizdeydim. Cadence bir melekti ve beni sudan çekmeye çalışıyordu.
Ama çıkamıyordum. Çünkü Stompin Bob da beni denize çekiyordu.
Ve deniz o kadar güzeldi ki… Morfin kadar yumuşak.
You have all of my love...

8 yorum: